26 Aralık 2014
Sayı: SYKB 2014/01 (51)

2015’in kaderini devrimci sınıf mücadelesi tayin edecek!
2014’te devlet terörü
Kürt cephesi: 2014 yılına Kobanê direnişi damgasını vurdu
Devlet terörüne karşı devrimci sınıf mücadelesi
Ayvalıtaş davasında oyun sürüyor
Banka patronlarının grev korkusu!
2014: Katliam, yıkım ve direnişin yılı
Metal işçisi son sözünü söyledi
Gebze mitinginde metal işçisinden grev mesajı
“İşyerinde benim gibi isyan eden yüzlerce işçi var”
Kani Beko ve omuzdaşları sınıf mücadelesinin önündeki barikattırlar! - B. Seyit
“Bize yapılanlara sessiz kalmayın!”
Yeni bir yıl ve devrimci olanaklar
PEGİDA: Irkçı-faşist saldırganlığın yeni müfrezesi
Rusya’da otomobil işçilerinden grev hazırlığı
ABD-Küba ilişkilerinde yeni bir döneme doğru
Üniversitelerde faşist terör: Onlarca gözaltı!
Devrimci ilke ve taktiğin birliği
2014: Kamu emekçilerinin kitlesel-birleşik mücadele hattı ihtiyacı
EKK Çalıştayı Sonuç Bildirgesi
Emekçi kadınlar çalıştayı değerlendirdi
Emekçi kadın çalıştayı: Direniş özgürleştirir!
Kadın olmak
19 Aralık’tan bugüne direniş sürüyor!
BDSP 19 Aralık Direnişi’ni selamladı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadın olmak...

 

Dağların ortasında, ilçe merkezine bile çok uzak bir dağ köyünde dünyaya gelmişim. Anamın anlattığına göre, akşama kadar fiğ tarlasında orakla fiğ biçip akşamleyin de bir köy ebesi yardımıyla beni doğurmuş. Anama “ne zaman doğdum” sorusunu sorduğumda “fiğler biçilirken doğdun” cevabını veriyor. Ben de eskiden kızardım anama “doğum günümü nasıl hatırlamazsın” diye. Benim kızgınlığım karşısında onun cevabı ise “ne bileyim ben tek derdim sen değildin ya” olurdu. Şimdi büyüdüm, yine doğum günümü bilmiyorum. Ama olsun, artık anamı anlıyorum.

Dünyaya geldiğim köyde kadınlar da erkekler de çok çalışır. Erkekler inşaatta çalışmak için büyük şehirlere gider, kadınlar ise köydeki her işi yapmakla mükelleftir. Büyürken karşılaştığım ve o an için anlam veremediğim ilk geleneksel değer, sanırım beş-altı yaşlarımdayken, kapıda çok rahat bir şekilde otururken babamın “o ne biçim oturuş öyle, terbiyeli otur, bacaklarını kırarım” demesi olmuştu. Ne vardı ki oturuşumda? Hem ne olacaktı? Akşam olunca “siz kızsınız başınıza bir iş gelir” deyip bizi dışarı yalnız göndermezlerdi. Haklılar mı ne; çünkü bu ülkede gerçekten kızların başına çok iş geliyor.

Evimizde bir mikrofon bulmuştum ve çalışıyordu. Çok heyecanlanmıştım. Ben de şarkı söylemeye başladım. O sırada bir grup erkek yoldan geçiyormuş. Babam bunu fark ettiğinde dayağı yedim. Oysa evimiz yoldan uzaktaydı ama mikrofon çok güçlü imiş. Kahkahayla gülmenin ayıp olduğu bir köydü benim köyüm ama ben kahkaha ile gülmeyi çok severdim. Köyümüzde düğünler olurdu. Düğünlere giderken hep şu tembih edilirdi: “Edepli olun, yoksa bir daha düğüne götürmem sizi.” Biz de bir daha düğüne gitmek için midir bilinmez, çok "edepli" olurduk.

Ben köyümde ilk okuyan kız çocuğuyum. Okudum ama gelin bir de bana sorun. Ortaokula gidebilmek için aralıksız bir hafta ağladım. Benim ağlamam, öğretmenlerimin ısrarı üzerine sonunda babam beni okula gönderdi. Tabii ki akıllı olmam ve ‘alnını yere düşürmemem’ kaydıyla... Bu durum üniversiteyi bitirene kadar devam etti. Kız çocuğu olmama bir yandan fakirlik diğer yandan çok zorlu bir okul süreci eşlik etti. Bu süreçte birden çok görevim vardı. Okuyan ilk kız olarak köye örnek olacaktım, namusuma leke sürmeyecektim, fakirliğimi, yaşadığım parasal sıkıntıları saklayacaktım üstüne üstlük. Kızılbaş olduğumu kimseye söylemeyecektim. Bu kadar yükün altında bir de çok başarılı olacaktım; yoksa okumaya veda edecektim.

Sınıfsal ezilmişlikle biraz geç tanıştım, çünkü sağ olsun(!) okul idaresi fakir ve köyden gelen çocukları bir sınıfa koymuş, ilçenin bürokrat ve zengin çocuklarını diğer sınıfa. Böylelikle bizler, yani ‘ahır kokanlar’ aynı sınıfta başkalarını o kokuyla rahatsız etmiyorduk ve zaten biz o kokuya duyarsızdık, bizim için normal bir durumdu. Ama Kızılbaş olduğum hemen anlaşıldı. Çünkü öğretmen namaz kıldırmak için kaldırdığında namaz kılmayı ve onlar gibi dua etmeyi bilmiyordum. Ama bu konuda da şanslıydım, benim gibi birkaç öğrenci vardı çok şükür, yalnız değildim. Bir gün hoca beni çağırıp “şu duayı oku” dediğinde okuyamadım. Hoca bana “senin elinden yemek yenmez, bu halinle zaten kimse seninle evlenmez” demişti. Ben şu anda evliyim hocanın teorisi boşa düştü.

‘Namusuma leke sürdürmemek için’ erkek arkadaşlardan uzak durmaya dikkat ediyordum. Evden okula okuldan eve gitmeye çalışıyordum. Okumak için yanında kaldığım aile “kız çocuğu sandalyeye oturmaz, bacak bacak üstüne atmaz, çalan telefona bakmaz, politik sohbetler etmez eve bekâr erkek geldiğinde konuşmaz” gibi kesin kurallar koymuştu. Ben de elimden geldiğince bu kurallara uymaya çalışıyordum. Politik sohbet dediğim de gerçekten politika değil, haberleri yorumlamak. İşin ilginç yanı, bana bu kuralları koyan bir kadındı ve aynı bu kadın evdeki gelinini bile dövebiliyor, her türlü sohbeti yapabiliyordu. Gelinle bana yasak olan her şeyi o yapabiliyor, hatta kocasına bile kızıyordu. Şimdi düşünüyorum da iktidar kimin elinde ise ezen, kural koyan ve bu kurallara uymayan o oluyordu.

İyi-kötü liseyi bitirdim. Üniversiteye yerleştim. Benim için yepyeni bir sayfa açılmıştı. Yıllardır içimde biriktirdiğim fakir olmaktan, Kızılbaş olmaktan ve kadın olmaktan kaynaklanan kinim kendisine bir yol arıyordu, fışkırmak istiyordu. Ve biliyordum ki benim gibi kini olan binlerce insan vardı ve ben onlarla bir bir tanışmaya başladım. “Davul bile dengi dengine çalar” sözü gerçekti sanki, çünkü ben hep bana benzeyenlerle tanışıyordum.

Bir müddet sonra arayışım sonuç verdi. Politik ortamlarda buldum kendimi. Kinim vardı ama bireysel gelecek kaygım daha fazla idi. Tabii bir de ailemin baskısı bu kaygılarımı arttırıyordu. Babam bana bir sürü şey tembihliyordu. “Okulunu bitirene kadar hiçbir şeye karışma” ve bir de “Alevi olmayan biriyle kesinlikle duygusal anlamda yakınlaşma. Bunların tersi olursa seni evlatlıktan silerim” gibi... Üniversiteyi bitirene kadar politik ortamların içinde oldum ama hiç örgütlenmedim, hep kaçmak için bir bahane buldum. Eylemlere katıldım, ‘asgari düzeyde’ solculuk yaptım.

Okumak için kendimden ve isteklerimden çok taviz verdim. Okul bitti dert bitmedi, bu sefer de işsiz kaldım. Tam bu sırada evlendim. Bireysel kurtuluşumu elde ettim derken, evde ev kadınlığı yapmaya başladım. Çünkü işim olduğu halde işsizdim ve eşimin eline mahkûmdum. Her günüm aynı geçiyordu. Ev işleriyle. Dört gözle eşimin eve gelmesini bekliyordum. Evliliğin kurallarına ben alışmıştım sanki ama eşim alışamamıştı. (Bu durumu sonra tahlil ettiğimde ben ataerkil toplum kurallarını içselleştirmiş biriydim o kurallarla daha beş yaşında tanışmıştım.) En ufak bir şeyde çıngarı basıyor, kavga ediyordu. Sık sık şiddet görmeye başladım. O egemen olandı ve “haklı”ydı. Eşime kızgınlığım ve öfkem artıyordu ama sadece ona değil, aynı zamanda insanları çaresiz bırakan eşit ve adil olmayan bu sisteme de. Boşanmayı çok düşündüm ancak ataerkil toplumun daha katı kuralları beni bekliyordu. Ekonomik özgürlüğüm yoktu ve beni baba evi, bu sefer dul kadın olarak baba evi bekliyordu.

Boşanmadım ama daha güzel bir yol seçtim, kendime devrim davasını seçtim. Ben devrimci mücadelede piştikçe özgürleştim, kendime güvenim geldi. Ben özgürleştikçe eşimle çatışmalarım daha büyüdü ancak biz aynı dönemde örgütlü yaşama girmiştik. Erkek olma iktidarı sarsılıyordu ancak o da örgütlü olmanın özgürleştirmesiyle büyük bir mutluluk yaşıyordu. Bir müddet sonra biz, karı-koca olmaktan eş olmaya, yoldaş olmaya doğru yol alıyorduk. Aramızdaki kavgalar bitmiş, birbirine katkı sunan ve geliştiren iki hayat arkadaşı olmaya başlamıştık. Örgütlü yaşam bizi birbirimize yakınlaştırmıştı.

Şunu belirtmeden geçemeyeceğim, bu ülkede erkeklerin solculuğu hemen kabul edilirken onların sözü daha çok dikkate alınırken kadın “solcuyum” dese de kendini ispatlamak zorunda kalıyor. Daha fazla uğraşmak zorunda kalıyor. Yani tıpkı yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi mücadelede de dişiyle tırnağı ile bir yerlere ulaşıyor. Ama sonunda kazanıyor. Çifte ezilmişliğe çifte direniş!

Bir kadın olarak yaşadığım her sorunun kaynağında sömürüye dayalı olan kapitalist sistemin ve onun beslemesi olan ataerkil sistemin olduğunu biliyorum artık. Bu yüzden yaşamımdaki erkeklere kızmıyorum çünkü onlarla birlikte olduğumuz sürece son demlerini yaşayan bu sistemi yıkabileceğimize inanıyorum. Mücadele özgürleştiriyor. Tüm emekçi kadınları bize bu yaşamı reva gören sisteme karşı mücadeleye çağırıyorum.

Bir emekçi kadın


 
§